Perihan ÇAKIROĞLU

Perihan ÇAKIROĞLU

Mail: perihancakiroglu@gmail.com

Neden başaramıyoruz?

İktidara gelen hükümetlerin hemen hepsi, Türkiye’yi kalkındırmak ve daha demokratik bir ülke haline gelmesini gaye edinerek başa geçtiler.

Bu amaç için de çok çalıştılar. Peki bugüne geldiğimizde o çalışmalar neden yeterince etkili olamadı, neden ülkeyi “Birinci ligdeki ülkeler” seviyesine çıkaramadık?  

Bir dönemler en üst düzey görevlerde olan, yaşı icabı emekli olup bir kenara çekilen ve hem kendileri için hem de Türkiye için özeleştiri yapabilen eski siyasetçileri çok seviyorum.

Bilge bir kişiliğe dönüşüyorlar. Politikacı olarak hataları ve günahlarını daha samimi bir şekilde dile getiriyorlar.

Turgut Özal’dan sonra Anavatan Partisi’nin uzun yıllar  “iki numaralı” adamı ve ekonomik kurmayı olan Kaya Erdem, son kitabı “Neden Başaramıyoruz?”u göndermiş.

Alır almaz merakla okumaya koyuldum. Öyle ya, un var, yağ var ama helva yapamıyoruz..Ya da neden başaramıyoruz?

Küçücük 109 sayfalık kitap, sanki 92 yaşındaki Erdem’in düşüncelerinden ve yaşanmışlıklarından damıtılmış çok önemli dersler veriyor.  Kitabını her parti lideri ve herkesin okumasını arzu ediyor.Yani, bir başucu kitabı..

70 yıllık kısır döngüyü kıralım

Erdem, daha Önsöz’de şöyle diyor:“Ben ülkemi, içinde bulunduğu sorunlardan kurtarmaya ve gelişmiş ülkeler seviyesine çıkarmaya kesin karar vermiş bulunuyorum. Bütün siyasi partilerin, basın, üniversite, meslek kuruluşları, sivil toplum örgütleri ve dernek mensuplarının, kamu ve özel sektörün yardımlarına ve fedakârlıklarına ihtiyacım olduğu bir gerçektir” diyor.

Erdem’e göre 70 yıllık kısır döngüyü kırmak gerekiyor ve bunun için de millete güveniyor ve inanıyor.

Bu reçetenin en önemli maddesi ise “Kuvvetler Ayrılığı”nın tam olarak gerçekleştirilmesi, yani iktidar gücünün denetlenmesi ve dengeli biçimde sürdürülmesi...

Kitabın ilk bölümünü temel hak ve özgürlüklere ayıran Erdem, bu konuyu dünyada ekonomik, sosyal ve siyasi krizlerin çözümü ve gelişmiş ülkeler grubuna girmemiz için yegane faktör olarak görüyor.

Sonra da İngiliz filozof John Locke’ın insan özgürlüğünün ne anlama geldiğine yönelik tanımını veriyor: ”İnsanlar, kimseden izin almadan, başkasının iradesine bağlı olmaksızın eylemlerini düzenleyip, malları ve kişilikleri üzerinde uygun bir şekilde tasarruf edebilirlerse özgürdür.”

Ünlü Fransız düşünürü J.J. Rousseau’nun dikkat çekici şu sözlerine de dikkat çekiyor: “Özgürlük ve insanlık tek bir şeydir. Özgür olmayan, insanlık vasıf ve kişiliğini kaybeder...”

Erdem’in rafine düşünceleri arasında şunları da sayabiliriz:

“Basının kamuoyu adına bir denetim görevi de vardır. Bu işlevi de ancak her türlü güç odaklarından arındırılmış bir basın yapar. Tarafsız olması için özgürlük bir ön şarttır.

Ekonomik ve sosyal şartların iyileştirilemediği ortamlarda demokrasinin yaşaması ve gelişmesi düşünülemez.

Yoksul kimse özgür değildir. İş barışının kurulamadığı ortamda tam da siyasi istikrar sağlanamayacağı gibi çalışma şartlarının iyileştirilemediği ortamlarda da insan hakları ve özgürlükler savunulamaz.

Devlet yönetimine hâkim olan iktidar yani yürütme, mevcut olan gücünü her şeyden önce paylaşarak kullanmaya razı olmalıdır. Aksi takdirde idari güç, mutlak güce, mutlak güç de özgürlük ve hakların kısıtlanmasına, adaletsizliğe, yolsuzluğa ve rüşvete sürüklenir. Ekonomik ve sosyal krizlere, sonuçta despotizme, despotizm de totalitarizme dönüşür.

Kesinlikle, yasama, yürütme ve yargı erklerinin birbirlerinden bağımsız olarak çalışması çağdaş anayasaların değişmez bir hükmüdür.”

Bence en iyisi Erdem’in kitabını alıp okumanız. Bu kitabı özellikle politikacılara tavsiye ediyorum.

PAPA, kendisini aştı

Geçenlerde Katoliklerin Lideri Papa Francis, Dünya Barış Günü için çok ilginç açıklamalar yaptı. Çok etkilendim, bir dini liderin ekonomiyi bu kadar izlediğini tahmin etmiyordum. Acaba bizim Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş da ekonomiyi izliyor mu?

Papa, çok gerçekçi biçimde, pandemi sürecinde dünyayı kasıp kavuran ekonomik krizlerden söz etti, küresel finans krizinin ve kapitalizmin toplumun zayıf üyelerini korumadığının göstergesi olduğu söyledi, “Maksimum kar, tüketim ve her ne pahasına olursa rekabet peşindeki ekonomik modeller iflas etmiştir” dedi.

Gerçekten de aynen durum budur. Sosyal huzursuzlukların da sebebi budur. Çünkü Papa’nın da dediği gibi zengin ve fakir arasında büyüyen eşitsizliğin neden olduğu gerilimi görmek üzüntü verici.

Bundan da denetim altında olmayan finansal kapitalizmde vücut bulan bencil ve bireyci kafa yapısı sorumludur.

Yeni ekonomik modeller

Papa’nın yeni model arayışı boşuna değil..

Korona virüs salgınları bittiği zaman, dünya yeni bir düzene de yavaş yavaş adım atacak gibi görünüyor.

Ayak sesleri de şimdiden duyulmaya başlandı.

Kriz yönetim modelleri artık yerini yeni modellere bırakıyor. IMF ve Dünya Bankası’nın da bu yöndeki arayışları devam ediyor.

Mesela büyüme rakamlarının, insan odaklı, çevre ve sosyal sorunların çözümünü de içine alacak yeni kriterleri kapsayacak bir istatistiksel rakamlara dönüşeceği varsayılıyor.

Hatta belki ülke ekonomilerini karşılaştırırken GSMH yerine PPP olarak nitelenen “Satın Alma Gücü Paritesi” kullanılacak.  

Bu arada Çin’e de bir gönderme yapalım; En gelişmiş ülkeler, pandemi sürecinde büyük ekonomik daralmalar yaşarken, Çin ekonomisinin yüzde 4.9 gibi büyüme gerçekleştirdiği, global ekonomi ve finans çevrelerinde konuşuluyor.

Özetle; Çin 2021’de dünya sahnesinde daha fazla görünür olabilecek ve ABD’ye daha fazla kafa tutacak.

Peki Çin’e demokrasi gelecek mi?

İşte orası meçhul...