Dr.Binhan OĞUZ

Dr.Binhan OĞUZ

Mail: binhanoguz@gmail.com

"Sürdürülebilir Kalkınmayı Yeniden Düşünmek"

"Sürdürülebilir Kalkınmayı Yeniden Düşünmek"

"Sürdürülebilir Kalkınmayı Yeniden Düşünmek"

Sağlıklı ve mutlu olmak bir insan hakkıdır…

Küresel bir sağlık krizine sebep olan Covid-19 pandemisi, Sürdürülebilir Kalkınma Amaçlarından (SKA) 3. olan Sağlıklı ve Kaliteli Yaşam amacını ön plana çıkartmış ve küresel sistemin temel zayıflıklarını görünülür kılmıştır.

Sağlık ve kaliteli yaşam

Haber Analiz okurları ile son buluşmamda da olduğu gibi, uzun zamandır odak konularımdan bir tanesi “Sürdürülebilir Turizm ve Tarım” olduğundan olsa gerek, meslekten dostlar “sürdürülebilirlik” ile ilgili rapor, makale, etkinliklerden mutlaka haberdar ediyorlar…Ben de geçtiğimiz 24 Kasım Çarşamba günü Ankara’da İstanbul Medipol Üniversitesi ve İsviçre merkezli bir küresel sağlık firması işbirliği ile gerçekleştirilen “Sağlık Sektörünün Ardındaki Sosyal, Çevresel, Ekonomik Değer ve Sürdürülebilirlik” konularını içeren etkinliğin düşündürdüklerini paylaşmak istiyorum…

Dünyada nüfusun artış hızı ve kaynak kullanımdaki dengesizliklerin yarattığı çevre sorunları kalkınma için yapılan hamleleri gözden geçirmeye itmiştir.Gelişmiş ve gelişmekte olan ülkeler için bir gereklilik olan sürdürülebilir kalkınma kavramı gelecek nesilleri bekleyen; doğa, çevre ve insan sorunlarına dair farkındalıkyaratılması için stratejik bir önemdedir.

Sürdürülebilir kalkınma kavramı ilk kez, 1987 yılında Dünya Çevre ve Kalkınma Komisyonu’nca hazırlanan Brundtland Raporu’nda (Birleşmiş Milletlerin-BM- yayınladığı Ortak Geleceğimiz adlı rapor) "Bugünün gereksinimlerini, gelecek kuşakların gereksinimlerini karşılama yeteneğinden ödün vermeden karşılayan kalkınma" olarak tanımlanmış ve bu tarihten itibaren yaygın şekilde kullanılmaya başlanmıştır.[1] 1992, 2002, 2012 sonrası 2015 yılında New York’ta gerçekleşen BM Sürdürülebilir Kalkınma Zirvesi sonrası “Sürdürülebilir Kalkınma için 2030 Gündemi” isimli belge kabul edilerek 17 amaç ve 169 gösterge ile birlikte sürdürülebilir kalkınmada “yol haritası” ortaya konmuştur.

Evrensel bir çağrı niteliğinde olan bu yol haritası hiçbir bireyin geride kalmaması amacıyla geliştirilen bu amaçları aşağıdaki gibi sıralamaktadır:

1. Yoksulluğa son,

2.Açlığa son,

3.Sağlık ve kaliteli yaşam, (Sürdürülebilir kalkınma hedefleri doğrultusunda sağlık ve kaliteli yaşam amacının temel hedefi herkes için her yaşta sağlığı önceliklendiren ve güvence altına almanın desteklendiği bir yaklaşıma sahip olunmasıdır.)

4. Nitelikli eğitim,

5. Toplumsal cinsiyet eşitliği,

6. Temiz su ve sanitasyon,

7. Erişilebilir ve temiz enerji,

8. İnsana yakışır iş ve ekonomik büyüme,

9. Sanayi, yenilikçilik ve altyapı,

10. Eşitsizliklerin azaltılması,

11. Sürdürülebilir şehirler ve topluluklar,

12. Sorumlu tüketim ve üretim,

13. İklim eylemi,

14. Sudaki yaşam,

15. Karasal yaşam,

16. Barış, adalet ve güçlü kurumlar,

17. Hedefler için ortaklıklardır.

Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı’na göre sağlıklı yaşamların güvence altına alınması ve her yaşta mutluluğun desteklenmesi, refah toplumlarının inşası için önem taşımaktadır. Ancak, insanların sağlığında ve esenliğinde büyük iyileşmeler sağlanmış olmasına rağmen, sağlık hizmetlerine erişimdeki eşitsizliklerin küresel ölçekte devam ettiğigörülmektedir. Sağlıklı ve mutlu olmak bir insan hakkıdır ve bu nedenle de Sürdürülebilir Kalkınma Hedefleri, sadece belirli bir gelir seviyesindekilerin değil, herkesin en üst standartta sağlık hizmetine ulaşması ve sağlıklı olması için aksiyon planları geliştirmenin zorunluluğunu ortaya koymaktadır. Oysa, 2017 yılındaki sayılara göre dünya nüfusunun yarısından daha azı temel sağlık hizmetlerine erişebilmektedir. Tüm ülkelerin %40’ından fazlasında 10.000 kişi başına 10’dan daha az hekim, %55’inden fazlasında da 10.000 kişi başına 40’tan daha az hemşire ve ebe bulunmaktadır.

Hala yılda 5 milyondan fazla çocuk beş yaşına gelmeden hayatını kaybederken, kalkınmakta olan ülkelerde sadece kadınların yarısı ihtiyaç duydukları sağlık hizmetlerine erişebilmektedir.

Ayrıca, günümüzde 2030 hedeflerine doğru ilerleyen  ülkeler, Covid-19 ile karşı karşıya kalmıştır.

Söz konusu pandemide son durumun yanı sıra, zam furyası, alım gücündeki erime, Türk Lira’sının sıra dışı değer kaybı ülkemizde öylesine ezici sorunlar getirdi ki, BAE ile diplomatik sıkıntıların durduk yerde düzeldiğine inanmayı ve bundan umulan mali çıkarı ön planda tutmayı tercih ettik tüm Türkiye olarak…Arap ülkelerinin, İsrail’in bölgedeki, ABD yönlendirmeli, ilişkileri geliştirme, değiştirme politikalarını sükunet ile desteklediğinin işaretlerini görmezden gelmemiz de bu şaşkınlıklardan olsa gerek…Diğer yandan pandemide ortaya çıkan yeni varyantın riski, seçim mi olur, seçim erken olursa kim kimin ile koalisyon yapar soruları uçuşuyor…Gündem, 2000’lerin başı gibi çok ağır ve bu çok boyutlu sorunlar bize GDO’lar gibi bir önemli konuyu da unutturmuş görünüyor…”Hocam nereden aklına geldi şimdi GDO’lar” demeyin lütfen…konu Sürdürülebilir kalkınma ve Sağlık olunca mutlak aklınıza düşüyor artması beklenen gıda ve tarımsal ürün ithalatı haberleri ile birlikte …belki bazılarınız anımsar sene başında soya, mısır, kolza, şeker pancarı, patates gibi bazı ürünlerde GDO'lu genin gıda olarak kullanılmak amacıyla ithalatına izin verilmesi için Biyogüvenlik Kurulu'na başvuru olduğunu okumuştuk…Hatırlarsak yeni GDO’lar ile Batı tarımı, verimler, girdiler, beslenme niteliklerine dair bir genetik devrim yaşadı..kıyametler koparıldı ama dediğim gibi ülkemizde olduğu gibi, dünyada da gündem o derece yoğunki adeta bunu fırsat gibi kullanarak AB Komisyonu, geçtiğimiz Eylül ayı sonlarında bazı GDO’ları 2023 sonrasında “kuralsızlaştırmak” için prosedür başlattı[2]

AB Komisyonun Yeni GDO’lara dair yaptırımları gevşetiyor olması haberi ile ülkemde arkası kesilmeyecek tarım ve gıda ithalatı gerçeği zihnimde birleşti ve maalesef beni kaygılandırdı…zira, TMO (Toprak Mahsulleri Ofisi) ardı ardına ihale açarak tarımsal ürün  ithalatına devam ediyor ve bu arada ayçiçeği tohumu, arpa, buğday, mısır, çavdar, mercimek, nohut, ve ham yağda gümrük vergileri yılsonuna kadar sıfırlandı. Yani, endişem kurallar da gevşerse GDO’lu ürünleri …bir şekilde ithal eder hale gelirsek diye ….

Yeni GDO’LARA DAİR KURALLARIN GEVŞEMESİ ÇOK YAKINDA  GİBİ

Sağlığımızı yakından ilgilendiren GDO’lar konusunda da dünyada ve Türkiye’de bir arpa boyu yol alınamadı… Değindiğimiz gibi tarımsal ithalat artışını sürdürüyor; 2020 yılında tarım, gıda ve içecek sektörü 16,1 milyar dolar ithalat gerçekleștirdi[3]; Peki, 2 milyar dolar tutarındaki Buğday dışında, en çok hangi tarım ürünleri geliyor yurt dışından? Soya Fasulyesi (1,2 milyar dolar), Ayçiçeği Yağı (0,68 milyar dolar), Palm Yağı (0,5 milyar dolar) ve Diğer Hazır Gıdalar (0,49 milyar dolar) ithalatın yaklașık  1/3’nü olușturdu. İthalat, 2021 yılının ilk aylarında önemli bir artış eğilimindeydi.2021'nin ilk 8 ayında10,6 milyar dolar ithalat gerçekleştirdi[4] ve en çok ithal edilen ürünler değişmedi ve  soya fasulyesi, buğday, ham ayçiçeği yağı aldık en çok yurt dışından…

"Yeni GDO'lar", birkaç ay daha, sonuçları tarımsal ticaret, çevre ve insan sağlığı üzerinde büyük bir etkisi olabilecek, derin ama yoğun bir savaşın merkezinde yer alacak gibi gözüküyor. Örneğin Fransa Cumhurbaşkanının geçen Ekim ayında yaptığı seslenişlerden bir tanesinde satır aralarına bakılınca  Tarımın geleceğine yatırımın dijital, robotik, genetik gibi 3 ana eksenden geçtiğini vurgulaması dikkat çekiyor.

E. Macron, "yeni GDO'lar"konusuna direk temas etmek yerine, kaçamak bir şekilde "genetiğe"değiniyor. Aslında bu 3 harfin (GDO) kamuoyundan alabileceği ters tepkilere karşı bir ön alma önlemi adeta…

2001/18 isimli ilgili AB Direktifinde, Komisyonun bir yumuşama tasarladığı, Brüksel tarafından 2023 için bir yasama önerisi planlandığı biliniyor…Avrupa Komisyonun bazı genetik manipülasyonları şu anda GDO'ları düzenleyen yasal çerçevenin dışına koyarak yasayı gevşetmeyi düşündüğü kulislerde yankılanıyor…Kısacası, artık bu "yeni GDO'ları" GDO olarak görmememiz sağlanacak…Avrupa Komisyonu için, GDO yasası sözde yeni biyoteknolojilere “uyarlanmamıştır”.  Karşıtların cevabı ise, tarımın dayanıklılığının daha çok agroekolojiye, çeşitlendirilmiş ve daha küçük işletmelere, toprağa uyarlanmış çeşitlere dayandığı yönünde olmaktadır.

Ayrıca, bu karşıtlar teoride ultra hassas olan GDO'ların öngörülemeyen genetik değişimlere neden olabileceğini idda ederek, bu teknolojiler ile elde edilecek sonuçların  benzerlerinin genellikle geleneksel çeşitlerin çaprazlanmasıyla elde edilmesinin mümkün olduğunu savunmaktadırlar.

Tartışmalardan da anlaşılıyor…kurallar  gevşeyecek…diğer yandan Türkiyemiz  üretebileceği birçok ürünü maalesef ithal etmeye devam edecek…GDO’lu ürünlere …bir şekilde kapı daha da aralanabilir durumdayız…Madem Sürdürülebilir Kalkınma amaçlarını hatırladık geçen haftaki SÜRDÜRÜLEBİLİR KALKINMAYI YENİDEN DÜŞÜNMEK:

SAĞLIK SEKTÖRÜNÜN ARDINDAKİ SOSYAL ÇEVRESEL EKONOMİK DEĞER isimli etkinlik ile 3. şartın altını bir kez daha çizelim ve Sağlık ve kaliteli yaşam istiyoruz…GDO’lara kapı açacak ithalat istemiyoruz diyelim…Rusya’nın, Brezilya’nın çiftçisine para aktaracağımıza kendi üreticimizi destekleyerek…buğdayımızı, soyamızı kendimiz üretelim hem de GDO’suz…

[1] https://www.mfa.gov.tr/

[2] https://www.infogm.org/7273-commission-lance-procedure-pour-dereguler-certains-ogm?lang=fr

[3]https://www.tgdf.org.tr/wp-content/uploads/2021/04/2020-Dis-Ticaret-Verileri-HD.pdf

[4] Türkiye İstatistik Kurumu tarafından açıklanan Dış Ticaret Verileri baz alınarak Agrimetre tarafından hazırlanan TGDF Dijital Veri Paneli’ne göre