Prof.Dr.Tayfun ÖZKAYA

Prof.Dr.Tayfun ÖZKAYA

Mail: ozkayatayfun@gmail.com

AGROEKOLOJİ VE GIDA EGEMENLİĞİ

TARIMDA KRİZDEN ÇIKIŞ İÇİN AGROEKOLOJİ VE GIDA EGEMENLİĞİ

Küreselleşme başlangıcı sayılabilecek 1980’lerden bu yana çiftçilerimiz bir makas içinde giderek daha çok eziliyor. Bu makasın alt ucu fiyatları hızla artan kimyasal gübre, mazot, yem gibi endüstriyel girdilerden, üst ucu ise ürünleri için çiftçi eline geçen fiyatlardan oluşuyor. Ürünlerinden ellerine geçen fiyatlar genel olarak ya hiç artmıyor, ya çok yavaş artıyor, hatta bazen de düşüyor. Makasın iki ucu arasındaki fark çiftçinin geliri. Çiftçi bu makas içinde eziliyor. Neden böyle oldu? Yıllardır çiftçiye girdi satan ve ürünlerini alan kamuya ait kuruluşlar ve kooperatifler ya özelleştirildi, ya da küçültüldü, işlevsizleştirildi. Hem girdiler hem de ürünlerde az sayıda tekeller piyasaya hâkim oldular ve çiftçiye istediği fiyatı dayatabiliyor. Örneğin fındıkta bir yabancı şirket piyasaya hâkim. Son aylarda Türk Lirasındaki hızlı değersizleşme bu olumsuz gidişi iyice çıldırttı. Kimyasal gübreler, tarım ilaçları gibi birçok girdiyi ya doğrudan ithal ediyoruz, ya da ham maddelerini ithal ediyoruz. Dolar ve Euro karşısında Türk Lirası değer kaybedince bunların fiyatları bir de bu nedenle hızla artmaya başladı. Kimyasal gübre, yem fiyatları üç dört kat arttı. Çiftçi artık tam anlamıyla köşeye sıkıştı. Son on yıldır çiftçilerimiz verimi biraz daha düşük olan topraklarda zarar ettiğinden üretimi durdurdu. Bunun sonucu yurt dışından ithal etmediğimiz ürün kalmadı. Türk lirasındaki değer kaybı ve ulaştırmadaki maliyet artışları gibi nedenlerle tüketicinin ödediği fiyatlar da füze gibi artıyor. Kısacası bu kriz çiftçiye de tüketiciye de yaramıyor. 

Bu kapandan iki araçla çıkabiliriz. Bunlardan biri agroekoloji. Diğeri ise gıda egemenliği. Agroekoloji bir şemsiye kavram. Organik tarım, permakültür gibi seçenekleri de kapsıyor, ama onlardan daha geniş, eşitlikçiliği, dayanışma ekonomisini desteklediğinden aynı zamanda bir dünya görüşü veya hareket. Agroekolojik teknikler sayesinde yukarıda tanımladığımız makasın alt ucunu aşağı doğru açabiliriz. Yani kimyasal gübre, tarım ilacını hiç kullanmamak mümkün. Hayvan gübresi, fiğ gibi örtü bitkileri, komposto, kırmızı solucan gübresi gibi seçenekler çok iyi sonuç verebiliyor. Ev yapımı ilaçlar, eşeysel çekiciler, ara tarım, çoklu ürünün sağladığı ekolojik denge ile de tarım ilaçlarından tümden kurtulmak mümkün. Ayrıca kullanılan tarım ilacı miktarı ve uygulama sayısı hızla indirilebiliyor. Bunu bazı çiftçiler için agroekoloji yönünde bir ilk adım gibi düşünelim. Örneğin Eğirdir’de Meyvecilik Araştırma Enstitüsünde yapılan araştırma ve denemelerde elmada tarım ilacı uygulama sayısı yirmiden ikiye indirilebildi. Toprağı hiç işlemeden tarım yapmak, böylece mazot masrafından da büyük ölçüde kurtulmak mümkün. Pulluksuz tarım veya azaltılmış toprak işleme bu demek. Bugün zeytin, meyve yetiştiren birçok çiftçimiz hiç pulluk sokmadan üretim yapabiliyor. ABD’de bazı eyaletlerde pulluksuz tarım yapılan alanlar %30’lar düzeyine gelmiş bulunuyor. Hayvancılıkta da ithal ve GDO’lu yemlere bağımlılığımızı kırmak gerekiyor. Bunun için hızla meraları geliştirmemiz lazım. Bütüncül mera yönetimi gibi yöntemler bu alanda ümit vericidir. 

Tabii bunlar için de yeni araştırmalar ve bilgiler gerekiyor. Aslında bunların bir kısmını eski kuşak çiftçiler uyguluyordu. Onlardan da öğrenmek mümkün. Tarım ve Ormancılık Bakanlığı ve üniversitelerimizin bu alanlara eğilmeleri gerekiyor. 

Agroekoloji yoluna girilirse çiftçilerin maliyetleri önemli ölçüde düşecektir. Ancak bunu birkaç yılda bütün Türkiye’de başaramayız. Tarım topraklarımız yoksullaşmıştır. Topraklarda organik madde miktarı düşmüş, biyolojik yaşam yok olmuştur. Kimyasal gübre atılmazsa verim çok düşecektir. Bu nedenle birkaç yıllık bir geçiş sürecinde devletin vergi almayarak, destekleyerek, gerekirse bizzat üreterek kimyasal gübre, mazot, yem gibi belli başlı girdilerin çiftçiye mal olma fiyatını çok büyük ölçüde düşürmesi gerekiyor. Aksi takdirde önümüzdeki birkaç yılda Türkiye tam bir tarım ürünleri ithalatçısı olacak. Bunu dış ödemeler açığımız karşılayamaz. Ancak bu yol sürekli olamaz. İlk yıldan başlayarak agroekolojik uygulamaları desteklemek gerekiyor. Kamu kuruluşlarında böyle bir iradeyi şu anda görmüyoruz. Belediyeler agroekolojiyi temel strateji olarak benimseyebilir. Ekolojik ürünleri satın alarak yoksullara dağıtabilir, kendi içinde kullanabilir. Şu anda iş gene çiftçiye ve onu destekleyen kuruluşlara düşüyor. 

Sözünü ettiğimiz makasın üst ucu çiftçi eline geçen fiyatlar ile ilgilidir. Çiftçilerimiz ve onların kooperatifleri ürünlerin doğrudan tüketiciye ulaşması için yollar aramaları gerekiyor. Gıda grupları, tüketim kooperatifleri, tarımsal kooperatiflerin satış yerleri, ekolojik köylü pazarları gibi kanallardan ürünler satılırsa çiftçi eline geçen fiyatlar yeterli bir düzeye gelebilecektir. Tüketiciler de daha makul fiyatlardan temiz ve besleyici ürünleri tüketebilecektir. 

  Agroekolojik tarıma yapılan en büyük itiraz bu yollarla dünya nüfusunu besleyemeyeceğimizdir. Aslında şu anda bir milyara yakın insanın aç olduğunu söyleyelim. Yani endüstriyel tarım aslında başarısız. ABD Pennsylvania’da Rodale Institute kendi arazilerinde 1981 yılından bu yana endüstriyel tarım ile ekolojik tarım sistemlerini karşılaştırdığı bir araştırma yürütüyor. Bu araştırmada mısır, soya ve buğday ele alındı. Agroekolojik tarım anlamında oldukça kısıtlı olmasına rağmen olumlu sonuçlar elde edildi. Ekolojik uygulama organik hayvan gübresine veya baklagillerin örtü bitkisi ve malç olarak kullanıldığı iki alt sisteme dayanmaktadır. Konvansiyonel sistem ise üniversitenin önerdiği tarım kimyasallarına dayanmaktadır. 2008 yılında her alt deneme klasik toprak işlemeli ve toprak işlemesiz sistem olarak tekrar ikiye ayrıldı. Uzun dönem ortalaması olarak ekolojik tarım uygulamalarında verimler konvansiyonel verimlere eşit bulundu. Ayrıca kurak geçen yıllarda organik mısırda; toprakta artan organik madde ve bu sayede artan toprak su miktarı sayesinde %31 daha yüksek verim sağlandı.   

Gıda egemenliği bütün bu değişimleri yapabilmemiz için gereken şey. Yani tarım sistemlerimizi, tarım politikamızı ülke olarak, topluluklar olarak belirleyebilme hakkı. 

Kısacası içinde bulunduğumuz kapandan kurtuluş mümkün. Agroekoloji ve gıda egemenliğini kullanarak çiftçinin ve tüketicinin bu şoklardan etkilenmemesi, dayanıklılığının artması ve refaha ulaşması mümkün. Bunun için uğraşmak gerekiyor.