Perihan ÇAKIROĞLU

Perihan ÇAKIROĞLU

Mail: perihancakiroglu@gmail.com

Ver coşkuyu al gazı

Ver coşkuyu al gazı

Yazıma, büyük müjdeyi aldıktan sonra, “Oy Karadeniz Karadeniz” diye mi başlamalıydım. Öyle ya da böyle çok uzun yıllardır aradığımız doğal gazı Karadeniz, sonunda verdi bize.

Her dönem iktidarların baş belası olan “cari açık” problemimizin “cari fazla”ya dönüşeceğini söyledi Hazine ve Maliye Bakanı Berat Albayrak. Ah keşke, keşke öyle olabilse..

Karadeniz’de Ereğli açıklarında “Tuna 1” mevkiinde toplam rezervi 320 milyar metreküp gaz olduğunu keşfettik, şimdi bunu gerçeğe dönüştürmek için daha çok çalışmamız lazım. Belki dünya için 320 milyar metreküplük doğal gaz küçük bir adım (miktar), Türkiye içinse büyük bir adım (kaynak)  değil mi?

Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın törende yaptığı konuşmayı dinlerken doğrusu çok duygulandım. Yıllık 45 – 46 milyar metreküp kullanımla en azından 7 yıllık doğal gaz tüketimini garantiye aldık değil mi? Bunun matematik hesabı 7 yılda 105 milyar dolar ediyor. Bu paranın devletin kasasında kalacağı belirtiliyor. Halk ise hemen soruyor: “Gazın fiyatı düşecek mi?”

Çünkü gaz bulduysak ucuza almalıyız, hane halkının faturası düşmeli...

Sismik ve sondaj gemilerimiz Oruç Reis, Fatih, Yavuz, Barbaros Hayrettin Paşa ve yeni alınan Kanuni ile enerji bağlamında vizyon şahane. Denizden enerji anlamında para kazanmak için büyük bir gücü ifade ediyor.Şimdi bize uluslararası enerji ve  finans piyasalarına 320 milyar metreküplük gazı “akredite ettirmek” düşüyor.  Gerisinin gelmesi için de epeyce para harcamamız gerekecek. 

Chevron’la ortaklık mı var?

Bu arada ABD kökenli dev enerji şirketi Chevron Corporation (NYSE-CVX) ile “yüzde 50 – yüzde 50” paylaşım için 2010’da bir ön anlaşma imzalandığı veya öngörüldüğü yönünde haberler geliyor.  Bunun petrolü mü, yoksa doğalgazı da mı kapsadığını doğru olup olmadığını Albayrak açıklarsa iyi olacak.

Chevron ile pazarlıklar yapılıp sonra anlaşmadan vaz mı geçildi veya gazın çıkışı mı beklendi?  Bilindiği gibi Chevron, Karadeniz’de petrol aramaları yapan ve ülkemizle iyi ilişkileri olan bir şirket.

Chevron, Kıbrıs ve İsrail’in Doğu Akdeniz’deki doğal gazın keşfinden sorumlu Noble Oil’i satın alarak doğalgaz işine girmeyi de planlıyordu. Noble Oil, kamuoyunda İsrail ortaklı bir ABD şirketi olarak biliniyor. Halen Chevron’un bu şirketi satın almada hukuki sürecin devam ettiği belirtiliyor.

Bu arada, şunu da söylemek lazım.. Türkiye’nin Karadeniz’de ilk etapta 320 milyar metreküp olduğu açıklanan doğal gazın keşfi ile dünyada da gözler Doğu Akdeniz’den Karadeniz’e çevrildi. Bu şimdilik iyi haber gibi görünüyor.  Belki Yunanistan’la aramızdaki gerilimler bir süre sonra “diyalog” sürecine geçebilir.

Ayrıca Türkiye açısından Doğu Akdeniz’de olumlu ve pozitif gelişmelere de Karadeniz gazı, önayak olabilir. Uzmanlara göre Türkiye’nin enerji vizyonu bulunan gazla çok öne çıkacak.

Hasret ve arşivler

Aslında arşivlere gidince petrol ve doğal gaz tutkumuzun öyle büyük öyle coşku dolu olduğunu görüyoruz ki. Hasrete ve kara sevdaya benzer duygularla dolup taşmışız adeta..

İki gündür özellikle sosyal medyada; “petrol bulundu” ve  “doğal gaz bulundu” haberleri yıllara göre durmadan veriliyor. 

Bir arkadaşımın gönderdiği 1957 yılı başlarına ait “Yeni Sabah Gazetesi”nin manşetini süsleyen “Trakya’da zengin petrol bulundu” haberine  bayıldım. Haberin spotunda şöyle yazıyordu: “Bölgede araştırma yapan mütehassıs (uzman)  petrol kalite bakımından da çok yüksektir” dedi. Menderes hükümeti de öyle büyük borçlara girmiş ki, umudunu petrol bulmaya bağlamış. 

Tabii ki sık sık verilen o müjdelerin ardından çok zamanlar geçti, bugün teknolojik milli araştırma gemilerimiz var artık. Umuyorum ki müjdeler, kâğıt üstünde kalmayacak.

Hep doğal gaz veya petrol bulalım da sevinelim diyerek Akdeniz’e uzanıyorum. Orada da doğal gaz kavgası var ama öyle çok yazıldı, çizildi ve TV haber kanallarında tartışıldı ki, ben Beyrut’a gitmek istiyorum.

ORTADOĞU’NUN LABORATUVARI BEYRUT

Ortadoğu veya Yakındoğu diyelim, çok uzun yıllardır kanlı çatışmalara sahne oldu, ne bölge ülkeleri ne de buralarda yaşayan insanlar bir türlü huzur bulamadı.  

Geçtiğimiz günlerde de Lübnan’ın başkenti güzel Beyrut’ta hiç beklenmeyen bir patlama gerçekleşti. 200’den fazla insan öldü, 300 binden fazla insan evsiz kaldı. Lübnan doğumlu Fransalı ünlü yazar Amin Maalouf, bu patlamayı değerlendirirken aynen şöyle dedi: “Patlama nasıl oldu bilmiyoruz, öğreneceğimizden de emin değilim. Peki, bundan özel olarak kim sorumlu? Bence bütün sistem. Her alanda yetersiz ve kokuşmuş bu sistemde hiçbir şey doğru yapılamaz zaten.” 

Maalouf’u Habertürk TV’de Kürşat Oğuz’la söyleşi yaparken izlerken, birkaç yıl önce yaptığım Beyrut gezisi aklıma geldi. Bir iş gezisiyle  Beyrut’a gitmiştim.  Bütün gün tarihi şehri gezdik, mutfağından tattık, akşam da asıl işimize odaklandık.

Bir holdinge ait enerji gemisiyle denizden Beyrut’a elektrik transfer edilecekti.  Düzenlenen törene katıldık sonra da şimdi adını hatırlayamadığım Lübnan hükümetinin ilgili Devlet Bakanı ile bir yemekte buluştuk. Başta enerji, farklı konularda sohbetler ettik. Mesele, Suriyeli sığınmacılara geldi.

Küçücük bir ülke,  4 milyon civarındaki nüfusuyla Lübnan, o  dönemde 1 milyonun  üzerindeki Suriyeli’ye  ev sahipliği yapıyordu.  O zamanlar Türkiye de 3 milyonun üzerinde sığınmacıya kapılarını açmıştı. Yani ortak sorunumuz bu meseleydi.

Devlet Bakanı, bizden epey yakınmaları dinledikten sonra, “Siz koskocaman bir ülkesiniz ve mülteci sorunundan bunaldığınızı görüyorum. Peki, biz ne yapalım? Küçücük nüfusumuzla 1 milyondan fazla misafir ağırlıyoruz. Ve şikâyet bile edemiyoruz. Çünkü kimse bizi dinlemiyor...” 

Pek bir cevap veremediğimizi hatırlıyorum. Gerçekten eti ne, budu neydi Lübnan’ın...

O ılık ve nemli Akdeniz gecesinde çok efkârlanmıştım bölge adına, Lübnan adına ve Suriyeli sığınmacılar adına.

Patlama halkı sokağa döktü

Beyrut’ta insanlar çok hoşgörülü, misafirperver ve sıcak. Peki patlamadan sonra neden halk sokağa döküldü. Belki de bunun cevabı, yönetenlerde. Kendileri ve yandaşlarının çıkarlarını koruyan politikacı seçkinler, halkın kalkınmasına ve zenginleşmesine izin vermediler.

Amin Maalouf işte bu sistemi sorguluyor. 100 yıllık mezhebe dayalı iktidar paylaşımı sistemi, 30 yıllık ekonomik model halkın refaha ermesine yetmiyordu. Anlatıldığına göre bankalar, 1990’ların başından bu yana hükümete verdikleri kredilerin faizlerinden kar ediyorlar. Farklı mezhepleri temsil eden siyasi gruplar, devletin kaynaklarını paylaşırken, refahı, istihdamı ve sosyal yardımları topluluklarına dağıttılar. Borç ve borçların faizleri, sürekli artan oranda hükümet bütçelerini kısıtladı. Bugüne kadar sistem, bu sebeplerden dolayı birçok şok atlattı ama gelinen noktada aptalca bir kaza olarak nitelenen amonyum nitrat patlamasıyla halkı da patlattı.

Sözün özü; Ortadoğu’da dini mezhepler ve cemaatler kendi çıkarları adına topyekün kalkınmayı ıskalıyorlar.  İşte bu da “tek millet” kavramını ortadan kaldırıyor ve sistemi kilitliyor....