Zaaflarla dolu insanız
Kafatasımızın içinde yer alan beynimiz kâinatın en mükemmel ve karmaşık yapısıdır. 100 milyar civarında sinir hücresi (nöron) ihtiva eder ve her nöronun 1000 ilâ 10.000 başka nöronla bağlantısı vardır. Bu bağlantıları sayısı ise trilyonları bulur.
İnsan, bu mükemmel beyni sayesinde diğer canlıların boy ölçüşemeyeceği güçte zihinsel özelliklere sahiptir. Konuşabilir, akıl yürütebilir, geleceğe ait tasarımlarda bulunabilir, adalet ve yönetim sistemini tartışabilir, sadece kendimizin değil başka insanların da iyiliği için gayret gösterebiliriz. Bilgi öğrenebilir, icat ve keşifler yapabilir, eğitebilir ve edebi eserler ortaya koyabiliriz. Bu muazzam organımız ile düşünür, davranır, üzülür, sevinir, öfkelenir, inanır, geleceği planlarız.
Böyle harika melekelerle donatılmış beynimiz aynı zamanda pek çok zaaflarla da doludur. İşte bunlardan birkaçı:
* Olmadık şeyleri unutabilir veya yanlış hatırlayabiliriz. Arabamızı, cüzdanımızı, telefonumuzu veya gözlüğümüzü nereye koyduğumuzu hatırlamaya çalıştığımızda problem ortaya çıkabilir.
* Birine karşı olumlu duygular besliyorsak, yani o kişi bizim sevdiğimiz, takdir ettiğimiz biri ise her davranışına toz kondurmayız. Bunun tersi de geçerli olabilir.
* Herhangi bir konuda iyiysek (sözgelimi bulmaca çözmek) bunun için kendimize artı puan veririz. Ancak kötü olduğumuz konularda kendimize toz kondurmaz, sorumluluğu başkalarına atma eğilimine gireriz.
* Şayet zihnimiz başka şeylerle çok yoğunsa, bize aktarılan bir konunun kaynağına inmeden o fikre saplanıp kalırız. Yine zihnimiz baskı altındaysa veya dikkatimiz başka yöne çevrilmişse normalde şüphe duyacağımız bazı durumlara inanma eğilimine girebiliriz.
* Geçmişteki bir hadiseyi yorumlarken düşüncelerimizle ve inançlarımızla uyuşan yönlerini ön plana çıkarma eğilimine girer ve o açıdan değerlendiririz. Aile terapisi için ele aldığım geçimsiz çiftlerde de durumun aynen böyle olduğunu hep gözlemişimdir. Ayrı ayrı dinlediğinizde iki tarafı da yüzde yüz haklı sanırsınız, ancak gerçeğin öyle olmasına imkân yoktur. Her taraf olayları kendine göre çarpıtarak ifade etmektedir. Kişi kendinin haklı, eşinin kusurlu olduğuna inanmıştır ve bunu göstermek için, şahsi yorumunu katarak olayları anlatmaktadır.
* Siyasette de böyle değil mi? Tuttuğumuz liderin her sözünü ve davranışını olumlu, karşı olduğumuz siyasetçi için ise olumsuz değerlendirmeye adeta şartlanmışızdır. Bir kez bir şeyin doğru olduğuna karar verdiğimizde (her ne sebeple olursa olsun) ona inanmak için genellikle yeni sebepler de uydururuz.
* Aynı şey bilim adamları için de geçerlidir. Bilimin amacı, kanıta dayalı dengeli bir yaklaşım sergilemektir. Ama bilim adamları insandır ve kendi teorilerine uygun gelen ayrıntıdaki sıradan bulguları abartarak sunabilmektedirler. Meselâ Darwinciler maymunla insan arasındaki kapanması mümkün olmayan uçurumu görmezden gelirler, çok küçük ve genelde organı işlemez hale götüren mutasyon değişikliklerini evrim teorisini ispatlayan önemli deliller olarak lanse ederler.
Yani insanlar görmek istediği şeyi görür, duymak istediği şeyi duyar.
*İnsanların pek çoğunun öleceklerini bilmelerine rağmen ibadetten uzak kalmalarını, yaşlandıklarında bile dünya hırslarıyla dolu olmalarını ne ile açıklayacağız? Zararlarına rağmen sigara, alkol, uyuşturucu kullanan; tehlikesini bilmelerine rağmen trafikte aşırı hız yapanlara ne demeli?
* Bir alkol bağımlısı hastam günlüğüne, “daha çok israf ediyor, daha çok suçluluk hissediyor, sabahın üçünde artık içkiyi bırakmam gerektiği duygusuyla uyanıyorum. İçki, içki takımları, içki ortamları ve içkili olmak tiksindirici geliyor. Yine de her öğlen elim alkol şişesine gidiyor” diye yazmıştı. Gerçekten genelde insanlar kısa süreli hazları, zararını bilmelerine rağmen uzun vadeli huzur ve mutluluklara tercih ederler.
* İnsan beyninin yaygın rahatsızlıkları da ayrı bir zaafımızdır. Kolaylıkla anksiyeteye girer, endişe ve kaygı çekebilir; panik olur, ölüm ve delirme korkusu ile kıvranabilir; depresyon geçirir, moral bozukluğu ve sıkıntılı olabilir; saçma ve mantıksız olduklarını bilmemize rağmen takıntı ve saplantılar ile dünyayı kendimize dar edebilir; fobik olarak yersiz korkulara kapılabiliriz. Veya psikoza girerek gaipten sesler işitir, hayali görüntüler veya kokular hissedebiliriz.
Evet, Rabbimiz insanları en mükemmel şekilde eşref-i mahlûkat olarak yaratmış, sayısız harika özellikler ile donatmıştır. Yaratılmış olan tüm varlıklar içerisinde düşünme, karar verme, akıl etme, düşündüğü şeyi uygulayabilme, plan kurma, sonuç çıkarma gibi zihinsel fonksiyonlarla insanoğluna üstünlükler lütfetmiştir.
Ancak insanlar bu mükemmel yaradılışlarının yanında çok basit hatalara, yanlış değerlendirmelere, sapkın yollara da düşebilmekte; basit menfaatlere kapılarak tuhaf davranabilmektedirler. Sir Isaac Newton, “Gökcisimlerinin hareketlerini hesaplayabilirim ama insanların çılgınlığını hesaplayamam” derken bu durumu kast etmiştir. Hiç kimse zihninin tıkır tıkır işleyebileceğini garanti edemez.
“İnsan zayıf olarak yaratılmıştır.” (Nisa Suresi, 28) Ta ki bir kul olarak Yaratıcısına karşı acizliğini anlayabilsin, dünyanın geçici bir makam olduğunu fark edebilsin diye. Bu yüzden insana kendini tanrılaştırma, gurur ve kibir yakışmamaktadır. İnsanoğlu inanmak ve kendisine sayısız nimetler veren Rabbine teslim olmak zorundadır.