Koçyiğit: Ara zam derhal yapılmalıdır; işçilerin, emekçilerin, sendikaların sesine kulak verilmelidir

DEM Grup Başkanvekili Gülistan Kılıç Koçyiğit, Meclis'te düzenlediği basın toplantısında güncel gelişmelere ilişkin değerlendirmelerde bulundu. Koçyiğit, şunları söyledi:
Ortadoğu’da barış dünya barışının öncülü olacaktır
Yine kaotik günlerden geçiyoruz. Ortadoğu’da yangın her geçen gün büyüyor ve özellikle İsrail’in İran’a saldırısıyla beraber yeni bir savaş cephesinin açıldığını görüyoruz. En son bu savaşa ABD’nin fiili olarak müdahil olmasıyla da çatışma ve çözümsüzlüğün gittikçe derinleştiğini ve bölgesel savaşların yaygınlaşması riskinin daha da arttığını görüyoruz. Bitmeyen savaşlar Ortadoğu’ya bir kader olarak dayatılıyor. Herkes kendi coğrafyasından uzak yerlerde savaş ve çatışmayı derinleştirerek ayakta kalmaya, kendi bekasını kurtarmaya çalışıyor. Ortadoğu’daki bu kaos, savaş ve çatışmada halklar ne yaşıyor? Halklar ölüyor, öldürülüyor, katlediliyor, sürgün ediliyor; yaşam alanlarını bırakmak zorunda kalıyor. Gazze’de olduğu gibi eğer yaşayabiliyorsa, hastanelerde ilaçsızlıktan ya da toplama kamplarında yaşamını yitiriyor. Ortadoğu’daki barışın halkların geleceğinin temel göstergesi olduğunu, bir arada yaşamak için barışa ihtiyacımız olduğunu ve Ortadoğu’daki barışın dünya barışının öncülü olduğunu ifade etmemiz gerekiyor. Halkların ortak ve eşit geleceğini esas alan, diyalog ve diplomasiyi geliştirecek bir sağduyuya hepimizin ihtiyacı var. Daha fazla savaş ve kaos değil, daha fazla diyalog ve barışçıl müzakere için herkesin kolları sıvaması gerekiyor. Bu konuda uluslararası kurumların da sorumluluk üstlenmesi gerekiyor. Bütün bu savaş politikalarının ve çözümsüzlüğün sadece savaşın sıcak yaşandığı yerleri değil bütün bölgeyi istikrarsızlaştırdığının; sadece istikrarsızlaştırmakla ve insanların yaşamını kaybetmesiyle sonuçlanmadığının, aynı zamanda çok büyük küresel ekonomik krizleri de tetiklediğinin altını çizelim. İran’a yönelik savaş ve müdahale bunun kapısını aralamış durumda. Her geçen gün bu derinleşiyor.
Bu politik ortam IŞİD’e hayat veriyor; herkes Rojava’daki mücadelenin kıymetini bilmelidir
Aynı zamanda bölgede henüz kendi dengesini kurmamış Suriye gibi ülkelerde bu politik ortamdan faydalanmaya çalışan selefi örgütlerin de yeniden ayağa kalkmasına ve halka saldırmasına fırsat sağlıyor. Dün Suriye’de kiliseye yönelik gerçekleşen saldırıyı DEM Parti olarak kınıyoruz. Yaşamını yitirenlere Allah'tan rahmet, yakınlarına başsağlığı dileklerimizi bir kez daha iletiyoruz. Rojava’da Kürtlerin büyük mücadelesiyle IŞİD yenilgiyi uğratıldı. IŞİD yeniden ayağa kalkmak için fırsat kolluyor. Uluslararası güçleri ve koalisyon güçlerini, hiçbir şekilde taviz vermeden IŞİD’e karşı mücadeleyi büyütme konusunda ortaklaşmaya ve daha fazla çaba sarf etmeye davet ediyoruz. Rojava’nın, Suriye Demokratik Güçleri’nin, Kürt halkının, dünyanın başına bela olan bir örgütü yenmesinin kıymetini bir kez daha dünkü kilise saldırısında görmüş olduk. Türkiye’de ve dünyada yaşayan halklar olarak da Rojava’daki halklara barışımızı, yaşamımızı borçluyuz. Her birimiz, orada yaşayan halkların eşit ve özgür birlikte yaşamına katkı sunarak bu borcu ödeyebiliriz. Bunun için elimizden geleni yapabiliriz. Suriye’nin demokratik ve barışçıl bir sürece kavuşmasının, bölgenin demokratikleşmesine ve barışına büyük bir katkı sunacağının da altını çizmemiz gerekiyor. Fakat bölgedeki bütün gelişmeler her birini çok kırılgan hale getirmiş durumda. Özellikle İran’a yönelik müdahale, Suriye’deki bölgesel dengeleri de barış sürecini de demokrasi sürecini de yakından ilgilendiriyor.
Meclis’te kurulacak Toplumsal Barış ve Demokratikleşme Komisyonunun barış yolunu büyütme konusunda çalışacağına inanıyoruz
Biliyorsunuz, Meclis’teki komisyon meselesini çok konuştuk. Sayın Numan Kurtulmuş’un bu hafta bütün grup başkanvekillerine Toplumsal Barış ve Demokratikleşme Komisyonu ile ilgili bir görüşme daveti var. Her şeyden önce bu davetten büyük bir memnuniyet duyduğumuzu ifade etmek istiyoruz. Bütün partilerin buraya çağrılmış olmasından büyük memnuniyet duyduğumuzun altını çiziyoruz. Meclis, tatile girmeden önce bu girişimin başlatılmış olmasını ve devamı için de yola konulmuş olmasını büyük bir memnuniyetle karşılıyoruz. Komisyon için biz de bir taslak çalışma yaptık ve hazırlığımız var. Bu hazırlık, daha ziyade ortaklaşmaya ve uzlaşıya katkı mahiyetinde bir hazırlıktır. Komisyonun en demokratik şekilde nasıl işleyebileceği, katılımın ve uzlaşmanın en verimli şekilde nasıl gerçekleşebileceği üzerine bir çerçeve oluşturmaya çalıştık. Bu komisyonun, ülkenin yıllardır içinde bulunduğu çatışmalı sürecin sonlandırılması ve çatışmaların tamamen ortadan kalkması için barış yolunu açma, barış yolunu büyütme konusunda da çalışacağına olan inancımızın altını çizmek istiyoruz. Komisyonun en geniş toplumsal ve siyasal mutabakatla kurulması önceliklerimizden birisidir. İmralı’da yürütülen görüşmelerde Sayın Öcalan’ın sıkça altını çizdiği yasal çerçeve açısından da bu sürecin bir ön hazırlık olarak ele alınması ve bu yönlü şekillenmesi de bizler açısından çok önemlidir.
Toplumsal Barış ve Demokratikleşme Komisyonu toplumun birçok kesimiyle temas kuracak bir komisyon olmalı
Bir diğer önemli başlık da komisyonun hem kamuoyu hem de Meclis’te barıştan ve demokrasiden yana olan partiler açısından sürecin şeffaflaşmasına hizmet etmesidir. Evet en büyük eleştirilerden birisidir. Şeffaflaşma konusunda eleştiriler olduğunu görüyoruz. Ülkenin en temel meselesi olan Kürt sorununda siyasal muhalefetin de dahil olduğu ve tüm toplumsal kesimlerin de haberdar olacağı şeffaf bir sürecin kapısını aralayacağına inanıyoruz. O anlamıyla hem siyasal muhalefetin katılım kanalları açılmış olacaktır hem de toplumun süreçten birebir haberdar olması sağlanmış olacaktır. Yine komisyonun geçici değil kalıcı olmasını önemsiyoruz. Salt bir rapor yazan bir komisyondan ziyade, uzun soluklu çalışan ve ilerledikçe yeni başlıklar açıp tavsiyelerde bulunan bir yapıda olması gerektiğini de ifade etmek isteriz. Yalnızca siyasi partilerle sınırlı kalan bir komisyon çalışması olmamalı, toplumun birçok kesimiyle temas kuracak bir komisyon olmalı diye düşünüyoruz. Teknik bir komisyondan bahsetmiyoruz; barışın kalıcılaşmasına aracılık edecek, meseleyi kökten ele alabilecek, derinleştirerek tartışabilecek ve gerçekçi önerileri değerlendirebilecek bir çalışmadan ve mekanizmadan bahsediyoruz. Eminiz ki komisyonun yürüteceği çalışmalar, barış meselesinde TBMM’nin tarihsel rolünü oynamasına vesile olacaktır. Parlamento zemininin barış zeminine dönüşmesi 86 milyon yurttaşın yararınadır. Bu hepimizin barışıdır ve hepimiz buna sahip çıkmalıyız.
Ağır hasta mahpusların yaşadığı mağduriyet ve infaz gaspları yeter dedirtiyor
Barış ve Demokratik Toplum Çağrısını, Sayın Öcalan'ın çağrısını konuştuğumuz bu süreçte, ister istemez gözümüz kulağımız cezaevlerinde ve hükümetin uygulamalarında; bu uygulamaların düzeltilip düzeltilmediğinde, hukuksuzlukların giderilip giderilmediğinde. Ancak en karanlık ve kaotik gündemlerimizden birisi ne yazık ki cezaevi gerçeğidir. Cezaevindeki hak ihlalleri, ağır hasta mahpusların yaşadığı mağduriyetler ve infaz gaspları artık hepimize yeter dedirtiyor. Artık yeter! Haksız infaz yakmalara, hasta tutsaklara yönelik sistematik ihlallere, hak gasplarına yeter diyoruz! Cezaevlerini ölüm evlerine ve eza evlerine dönüştüren pratiklere yeter diyoruz. Hukuksuz infaz yakmalar son bulmalıdır. İdare gözlem kurulları ortadan kaldırılsın dedik ama ne yazık ki ne sesimizi duyan oldu ne de bu konuda adım atan. Bugün hala bu kurullar eliyle siyasi mahpusların infazları yakılıyor, sistematik olarak özgürlükleri engelleniyor. Ceza süreleri dolmuş olmasına rağmen insanlar, pişmanlık göstermemek gibi soyut gerekçelerle özgürlüklerinden alıkonuluyor. Örneğin hiçbir disiplin cezası olmayan ve tahliye zamanı gelen bir tutsak sadece düşüncelerini değiştirmediği için “iyi halli değil” denilerek dışarı çıkarılmıyor. İnfaz içinde infaz sistemi işletiliyor. Yani idari bir kurul eliyle yargısal sonuçlar doğuracak kararlar veriliyor ve bu da bir siyasi intikam sürecinin parçası olarak işletiliyor.
İdare gözlem kurullarının zulmü arşa ulaştı, artık yeter!
Birkaç cezaevinde yaşanan hak ihlalini örnek göstermek istiyorum. Elazığ Yüksek Güvenlikli Cezaevinde tutulan ve 30 yıllık cezasını tamamlayan Beyar Uğurlu’nun tahliyesi sadece Öcalan’ın çağrısını destekliyorum dediği için ertelendi. Öcalan’ın hangi çağrısı? 27 Şubat’ta yaptığı Barış ve Demokratik Toplum Çağrısı. Herkesin, hepimizin sahip çıktığı ve Kürt sorununun demokratik çözümünde çok önemli bir eşiği atlatan çağrıya sahip çıktığı için Beyar Uğurlu’nun tahliyesinin ertelendiğini görüyoruz. Barışı desteklemek suç mu? Savaşı değil de barışı savunmak suç mu? “Barışı savunursan özgürlüğünden alıkoyarım” diyenlere bu hükümetin adalet bakanlığının söyleyecek sözü var mı? Bu gerekçeyle infaz yakmak, barış ve demokrasiden korkunun göstergesi değil mi? İdare ve gözlem kurullarının bu haksızlığı artık arşa dayanmış durumda. 66 yaşındaki Besra Erol. Besra anneyi bizzat tanıyorum. Kendisiyle hem cezaevinde görüştüm hem de tutuklanmadan önce görüştüm. 2 Aralık 2024’te tahliyesi bir yıl ertelendi pişman olmadığı gerekçesiyle. Besra Erol’un suçu neydi? IŞİD tarafından katledilen 33 Düş Yolcusundan biri olan oğlu Deniz Erol’un mezarının başında yaptığı konuşma nedeniyle kendisine ceza verildi. Hasta olmasına ve cezası dolmuş olmasına rağmen, ikinci defa infaz yakmadan sonra 6 ay daha tahliyesi ertelendi. 66 yaşındaki bir anne, kadın, sırf pişman olmadığını beyan ettiği için ya da pişmanlık emaresi göstermediği için bütün ağır sağlık sorunlarına rağmen hala içeride tutuluyor.
Bu göz göre göre ölüme göndermek değil midir?
Yine İstanbul Büyükşehir Belediyesine yönelik soruşturma kapsamında tutuklanan ve cezaevine konulan Mehmet Murat Çalık. Kendisi kanser hastası. Beylikdüzü Belediye Başkanı. Avukatları kendisinin 15 kilo verdiğini söylüyor. 18 Haziran’da tahliyesi için başvuru yapılmış ve halihazırda hiçbir şey yok. Tahliye etmek için ne bekliyorsunuz? Ya da Gezi tutuklusu, MS hastası Tayfun Kahraman. Öngörülemeyen MS atakları nedeniyle yürüyemediği, konuşamadığı, elini kullanıp yazı yazamadığı zamanlar oluyor. Ciddi hastalığına rağmen bırakın tahliye edilmeyi, MR sevki için Eylül’e kadar beklemek zorunda. Evet sadece bir MR sevki için bile Eylül’ü beklemek zorunda. Peki bu arada yaşanacak sağlık kaybından kim sorumlu olacak? Bunun hesabını kim verecek? Buradan sormak istiyoruz. 73 yaşındaki Mevlüt Emin Çam. Cezaevinde 2 defa kalp krizi geçirmiş, böbrek ameliyatı olmuş ve ağır sağlık sorunlarıyla mücadele eden bir hasta tutsak. Ancak 9 Mayıs’ta sevk edildiği ATK 11. İhtisas Kurulu, koğuş haline uygun olmadığını, tek başına hayatını sürdürebileceğini söyleyerek cezaevinde kalabilir raporu vermiş. Safra kesesi alınmış olan ve işitme sorunları, unutkanlık, astigmat, miyop gibi rahatsızlıkları bulunan Çam’ın beyninde 3 damar tıkanıklığı tespit edilmiştir. Peki, bütün bu hastalıklarına rağmen ATK nasıl olur da cezaevinde kalabilir raporu veriyor? Bu göz göre göre ölüme göndermek değil midir? Adalet Bakanlığına, ATK’ye ve cezaevi genel müdürüne sormak istiyoruz. Peki, sadece ATK’ye gitmek mi mesele? Hayır bir de ATK’ye gidiş sürecinin engellendiğini görüyoruz. Antalya S Tipi Cezaevinde Devrim Ayık, yüzde 76 engelli ve ağır kron hastası ama ATK’ye sevki keyfi bir şekilde engelleniyor. Neden, buradan sormak istiyoruz.
Cezaevlerinde düşman ceza hukukunu aratmayacak pratikler uygulanıyor
Bütün bunlar yaşam hakkı ihlali, sağlık hakkı ihlali değil midir? Ya da 85 yaşındaki Sıddık Güler; ağır hasta, yürüyemeyecek durumda, kalp hastası, tansiyon hastası, görme ve işitme kaybı yaşıyor. Ama ne tahliye ediliyor ne ATK’ye sevk ediliyor. Yetmiyor, yaşamını biraz olsun kolaylaştıracak elektrikli sandalye bile kendisine verilmiyor. Bütün bu saydıklarımız sadece birer örnek, küçücük birer örnek. Çünkü bunlar neredeyse sistematik olarak her mahpusun yaşadıkları. Bütün bunlara göz yumuluyor. Hangi dönemde? Kürt sorununun demokratik çözümünü konuştuğumuz, yeni bir tarihsel sürece adım attığımız bu dönemde bile düşman ceza hukukunu aratmayacak pratiklerin Türkiye'deki cezaevlerinde siyasi mahpuslara birebir uygulandığını görüyoruz. Cezaevlerindeki bu sorunların hızla giderilmesi gerekiyor. Bir kez daha Adalet Bakanlığına ve ilgili bütün kurumlara çağrı yapmak istiyoruz: Hukukun üstünlüğü, insan hakları ve adaletin gereklerine göre görevinizi yapın, hareket edin.
Zeytin yasasını tek bir virgülünü dahi değiştirmeden komisyondan geçirdiler
Bu hafta Meclis’e toplum karşıtı, doğa düşmanı bir yasa geliyor. Geçen hafta Sanayi Komisyonuna zeytin ağaçlarını katledecek bir yasa tasarısı getirdiler. 26 saatlik görüşme sürecinin sonucunda da tek bir virgülü dahi değiştirmeden komisyondan olduğu gibi geçirdiler. Haftalık takvime göre bu zeytin talan yasasını Meclis Genel Kuruluna getirmek istiyor AKP iktidarı. Ama buna çok tepki geldi diye şimdi onu geri çekip iklim yasasını getirme gibi bir yaklaşımları olduğunu görüyoruz. Hiçbirinin diğerinden farkı yok. İklim yasasını komisyona çekmişlerdi, ilk 4 maddesi kabul edilmişti. Yeniden üzerine düşünelim, komisyonda konuşalım çok itiraz var, bir gözden geçirelim demişlerdi. Komisyonu toplamadılar, gözden geçirmediler ama şimdi zeytin yasasına yönelik muazzam bir toplumsal infial ve itiraz olduğu için bekletelim diyorlar. Öbür iklim yasası unutuldu, onu getirelim gibi bir yaklaşımları var. Bunu kabul etmediğimizin özel olarak altını çizmemiz gerekiyor.
Sermaye yeni maden sahalarının açılmasını istiyor, iktidar harekete geçiyor
Siyasi iktidar doğayı sömürülmesi gereken bir meta olarak görüyor. Dağı taşı, her tarafı kazabileceğini, her yerden maden çıkarabileceğini düşünüyor. Sanırım madenin yenilebilecek bir şey olabileceğini de düşünüyor. Yarın öbür gün zeytin bulamadığımızda herhalde kömür koyacağız sofraya. Çünkü gerçekten gözlerini maden bürümüş bir iktidar gerçeğiyle karşı karşıyayız. İnsanların tarlasına, bağına, bahçesine, merasına, zeytinliğine el koyabilecek; o anlamıyla mülkiyet hakkını yok sayan bir yasa tasarısıyla karşı karşıyayız. Neredeyse gördükleri herkesin malına öyle ya da böyle çökmek istiyorlar. Depremde rezerv alanlarına çökmeye çalıştılar. Şimdi zeytin talan yasasıyla da insanların zeytinliklerine çökmek istiyorlar. Daha önce iyi kötü bir ÇED süreci, idari prosedürler vardı. Bunlar bir şekilde maden şirketlerinin ve sermayenin ayağına dolaşıyordu. Kısmen de olsa doğayı, üreticiyi koruyan yasalardı. Ama AKP iktidarı sistematik olarak yasaları değiştiriyor. Orman Kanunu’nu son 22 yılda tam 32 defa değiştirmişler. Peki, ormanlar lehine mi değiştirmişler? Orman ekosistemini korumak lehine mi değiştirmişler? Hayır. Ormanları yok etmek için, ormanlarda maden sahası açmak için değiştirmişler. Bu da yetmiyor, şimdi yeniden değiştirmek istiyorlar. Maden Kanunu’nu 85 yılından bu yana tam 22 kez değiştirmişler. Neden? Çünkü sermaye doymuyor. Sermaye her gün, “Bana yeni maden sahaları aç” diyor, iktidar da “hay hay efendim, hemen olur” diyor ve harekete geçiyor.
Açlığa dair tek bir yasa maddesi getirmeyen iktidar, ekosistemi yok edebilecek ciddi bir talan yasasını getirdi
Türkiye’nin dört bir yanında açlık ve yoksulluk var. Çocuklar okula aç gidip aç geliyor. Biz burada bağırıyoruz. Ara zam talepleri var. Sendikalar grevde. Tek bir yasa maddesi getiriyorlar mı? Hayır. Onun yerine bugün her birimizin geleceğini etkileyebilecek, ekosistemi yok edebilecek ciddi bir talan yasasını getirip önümüze koymuşlar. Bu yasanın geçmesi durumunda, maden şirketlerinin bütün tarım havzalarını ve zeytinlikleri yağmalayacağı yeni bir dönemin kapısı aralanacak. ÇED süreci tamamlanmadan ruhsat verecekler. Yani ÇED süreci devam edecek ama diğer taraftan ruhsatı alıp işletmeye başlayacak. Sonrasında ÇED uygun değil raporu geldiğinde de “Kusura bakmayın, bu kadar yatırım yaptık, artık geri dönüş yok” diyecekler, yağmaya ve talana devam edecekler. Orman alanlarında madencilikle ilgili her türlü kararı MAPEK verecek. Yani Maden ve Petrol İşleri Genel Müdürlüğü. Kararları MAPEK alacak, ruhsatlandırmayı MAPEK yapacak. Devlet ormanları MAPEK’e verecek, MAPEK de bu orman alanlarını maden şirketlerine tahsis edecek. Böylece bütün tarım alanlarını yok edecek bir sürece girmiş olacağız. Ne diyecek? Üstün kamu yararı. Üstün sermaye yararı deseler daha iyi olur ama bunu demeye şimdilik utanıyorlar. Peki, kurumlar arasında anlaşmazlık olduğunda ne olacak? Bu sefer üst kurula gidecek. Üst kurul kime bağlı? Cumhurbaşkanı yardımcısına. Demokratik kitle örgütlerinin, meslek odalarının, orada yaşayan yerel halkın hiçbir söz hakkı olmayacak. Bu anlamıyla yargıdan da kaçırılan bir süreçle karşı karşıyayız. Bunun yukarıdan aşağıya kadar tam bir yağma düzenini kuran bir sistem olduğunu ifade edelim.
Sermayenin çıkarları için yapmayacakları şey yok
Daha absürt şeylerle karşılaşıyoruz. Örneğin teklifin 11’inci maddesi zeytin ağaçlarının taşınabileceğini söylüyor. Her şeyi para olarak gören anlayış, zeytini de sadece bir ağaç olarak görüyor. Oysa zeytin bir gelenek, bir hafıza, bir yaşam şekli; zeytin, orada yaşayan insanların ekmek ve geçim kapısı. 300-500, hatta bin yıllık olan zeytin ağacı var. Bin yıldır hiç kimse o zeytin ağacına yan gözle bakmayı düşünmemiş. 500 yıldır hiç kimse o zeytin ağacını kesmeyi, taşımayı düşünmemiş. Ama AKP iktidarı maden için o zeytin ağaçlarını kökünden söküp götürmeyi düşünüyor. Buna sonuna kadar itiraz edeceğiz. Komisyon görüşmelerinde sözünü söylemeye gelen yaşam hakkı savunucularının salona alınmamasına, tartaklanmasına ve darp edilmesine tanıklık ettik. Bu da kimin iktidarı olduklarını, kimin hakkını savunduklarını bize gösteriyor. Ne yazık ki Meclis’te artık iktidar temsilcisi sermayenin baronu olarak oturuyor. Sermayenin hakları ve çıkarları için yapmayacakları şey yok.
Türkiye dolar milyoneri sayısında da yoksullukta da dünyada birinci
Değişmeyen bir gündem daha var: Açlık, yoksulluk ve geçinememe sorunu. Bu ülkede asgari ücret 22,104 TL. Türk İş verilerine göre açlık sınırı 25,092; yoksulluk sınırı 81 bin TL. Peki, ara zam yapmayı düşünüyor mu mevcut iktidar? Düşünmüyor. Yaptıkları zam enflasyonun çok altında kaldı, maaşlar eridi gitti. İnsanlar çöpten ekmek topluyor. Çocuklar okula aç gidip geliyor. OECD rakamlarına göre Türkiye’deki her 5 çocuktan birisi aç. Aile Bakanlığı verilerine göre Türkiye’de 20 milyon yardıma muhtaç insan var. TÜİK verilerine göre 12 milyon insan sosyal yardımlarla ayakta duruyor. Peki, bütün bunlar bize neyi gösteriyor? Muazzam bir yoksullaşma ve servet transferi olduğunu gösteriyor. Ama buralara dönüp bakan yok. Eurosat verilerine göre, Türkiye’de yoksulluk riski altındaki nüfus oranı yüzde 22,6’ya çıkmış. Yani 18 milyon yurttaş yoksulluk sarmalında. Bu tabloyu kaç ülke içinde görüyoruz? Gözlemlenen 29 ülke arasında birinci sırada Türkiye yer alıyor. AKP döneminde, İsviçre Bankası verilerine göre, dolar milyoneri sayısında Türkiye’nin dünya birincisi olduğu görülüyor. Yanlış duymadınız, dolar milyoneri sayısında Türkiye birinci. Ama halkın ortalama servetinin de yüzde 21 gerilediğini görüyoruz. Yüzde 21 servet geriledi. Halktan nereye transfer oldu? İşte zenginlere. Tam bir servet transferi süreciyle karşı karşıyayız. Ama bütün bunlara dönüp bakan yok. Bunu gören yok, buna dair söz söyleyen yok.
Ara zam derhal yapılmalıdır; işçilerin, emekçilerin, sendikaların sesine kulak verilmelidir
Biz buradan bir kez daha söyleyelim. Emekli maaşları ve asgari ücret, insan onuruna yaraşır bir yaşam için en az yoksulluk sınırının yarısı olan 40 bin TL’ye çıkarılmalıdır. Ara zam derhal yapılmalıdır; işinin, emekçinin, asgari ücretlinin, dar gelirlinin, sendikaların sesine kulak verilmelidir. Yoksulluğu daha fazla dayatacak bir süreci hiç kimsenin Türkiye halklarına yaşatmaya hakkı yoktur. Bu ülkedeki bütün zenginliklerin sahibi çalışanlardır, işçilerdir, emeklilerdir, üretenlerdir. Bir avuç sermayedarın bütün bu zenginliklerin üzerinden milyoner olmasına hiçbirimizin göz yumması gerekiyor. İşçi sınıfının ara zam talebinin yanında olduğumuzun; onlarla beraber her yerde, sokakta, Meclis’te, mahallede, fabrikada, tarlada, ara zam talebi için mücadele edeceğimizin de altını çizmek istiyoruz. Hepinizi saygıyla selamlıyorum. Teşekkürler.
SORU: Numan Kurtulmuş’un siyasi parti ziyaretlerinden bahsettiniz. Tarihi ve detayları hakkında bilgi verebilir misiniz? Tüm siyasi partilerin grup başkanvekilleri mi katılacak?
Salı akşamı Meclis'te. Biz yaz boyu Meclis'in çalışması gerektiğini düşünüyoruz. Tebrik ziyaretine gittiğimizde Meclis Başkanının da benzer bir yaklaşımının olduğunu gördük. Bunun detaylarını, oradaki siyasi partilerin katılımcıları ve temsilcileriyle konuşacağız. Bu toplantı bütün siyasi partilerin grup başkanvekilleriyle yapılacak.