Kim Bunlar?

  • Yazdır
  • A
    Yazı Tipi
  • Yorumlar
Kim Bunlar?
MERSİN'İN YİĞİT EVLADI GAZETECİ VAHAP ŞEHİTOĞLU BU GÜN YAZDI. İŞTE O MAKALESİ:

Mersin’in festival açılış (17.00) saatinin hemen öncesi 20 Eylül 1980.

Mersin Büyükşehir Belediyesin'de, Merhum Başkan Kaya Mutlu'nun; 

"2000 yılının kadrosunu sizlerle kuracağım" dediği memurlardanım...

Atatürk Parkı girişindeki halka kartla ucuz gıda ve eşya sattığımız Kooperatifte,

hediyelik eşyaları raflara diziyorum.

İçeri süzülen gestapo tipli 3 kişi,

"Vahap Şehitoğlu" diye seslendi.

Bakışımı onlara yönlendirdiğimde; kollarımdan kavrayıp tezgah üzerinden aşırdılar.

Kooperatifin önünde duran beyaz renoya zorla götürebildiler.

Festivale gelen kalabalığında şaşkın bakışları arasında,

Renoya bindiremesinler diye kapının sağ ve soluna yapışmış, direniyorum.

Bu kez kalabalık, ‘karga tulumba’ götürülmeme seyirci kalmayarak müdahale ediyor.

Polisin birinin sol elim, yüzük parmağını kırmasıyla, duyduğum acı ellerimi düşürdü…

İstiklal ve Uray caddeleri arasında bulunan, şimdiki Mağazalar karakolu:

Üst katta Birinci Şube(Siyasi) ve İkinci Şube(asayiş) Müdürlükleri bulunuyor.

Karakolun önüne geldiğimizde araçtan sille tokat aşağı indirip,

eylemlerini karakol kapısı önünde de sürdürdüler.

Merdivenlerden üst kata çıkarken, akıbetimi düşünüyorum…

"Demokrat Vahap’ı getirdik” sesiyle irkildim!..

1980 Haziran ayı, Demokrat Gazetesi Mersin Temsilciyim.

Dev-Yol örgütüne üye Öğretmen Ali Uygur, Pozantı Kaymakamının evini kurşunladıktan sonra

trenle kaçıp, Yenice beldesine dönüş yolunda, yakalanmış.

Mersin’de gözaltına alınmış. Polisin ağır işkenceli sorgusunda, direndiği için kafasına vurulan bir kürek sapıyla yaşamını yitirmişti...

Polis, işkencede öldürdüğü Ali Uygur’u, Demirtaş mahallesinde kaçtı süsü vererek dosyayı kapatmıştı.

Ancak Ali Uygur’un ailesi, Nizip’ten Mersin’e gelerek,

bir gazeteci olarak olayı araştırmamı istemişlerdi.

45 günde polisin kaçtı süsü verdiği Öğretmen Ali Uygur’un izini hergün sürüyordum...

Kent Mezarlığında  ki sahipsizler adasında mezarını bulmuş. 

Mahkeme kararı ile mezar açtırmış ve yaptığım haberlerle dünya çapında, ses getirmiştim. 

O kısa sürede korku ve serüvenlerle dolu,

başarılı bir gazetecilik dönemi yaşamıştım…

Sesi duyan ikinci şube polisleri merdiven başında beni getirenlerin elinden alıp,

'Bu biraz bizim misafirimiz" diyerek koridorlarına attılar.

Allah ne verdiyse, hani derler ya ‘eşek sudan gelinceye kadar’ işte öyle bir kaba dayak…

Hırsları geçince, meydan dayağımı seyreden, 1. Şube polislerine geri verdiler,

İkinci şube ile koridorlar karşılıklı.

Bir itişle Birinci Şube koridorundayım.

Hemen bir odaya aldılar, içerde, yan yana kilitli hücreler.

Ve yerlerde üzerine basılan siyasi içerikli pankartlar.

Askerler…

Getirilişime, Birinci şubenin tüm polisler hazırlıklı, Allah ne verdiyse giriştiler…

Bazı polisler:

“Şimdi top bizde, Oynama sırası bize geldi.”

diyerek, hırs çeşmelerinin vanasını sonuna kadar açmışlardı!..

Mösyö Hanifi Avcı, Birinci Şubede Müdürden sonra gelen ikinci adam.

İşkencecilerin Beyin Takımından…

Hanifi, Adem, Lisan, Hamdi şubenin harbi gaddarları!...

Hücrelerde işkence görenlerin iniltilerini duyabiliyorum.

Ama kimler olduğunu bilmiyorum.

Onlar, Benim nasıl dayak yediğimi polislerin gürültülerinden, tekme ve tokat seslerinden anlayabiliyor,

gücü yetip de ayağa kalkanlar ise, hücrelerinin mazgalından seyrediyor…

Nihayet odadan çıkartılıp, koridorun sonunda sağdaki büyük hücreye atıldım.

Zifiri karanlık.

Göz gözü görmüyor.

Bir adım atınca birinin üzerine bastığımı anladım. Adımımı sağ tarafa attım, bir başka insanın…

Biri elimden aşağı çekip, oturmamı istediğini anladım.

Kapı açılınca içerdekiler ışıktan süzülen beni tanımışlar!

Ama ben hiç kimseyi göremiyorum.

Karanlık engel!..

Hiç kimsenin sesini çıkartacak mecali de kalmamış.

Herkes pamuk istifi.

Belli ki Onların da üzerinden silindirle geçilmiş!..

Gözlerim karanlığa alışıyor.

Elimden tutan kişi yavaşça kulağıma fısıldıyor.

-Seni tanıyorum!

İçimden, bu polis olmalı. Beni konuşturacak, bilgi alacak, aklı sıra diye iç geçiriyorum!

O ise, tanıdığını söylemekte ısrar ediyor.

-Sen demokrat Vahap değil misin?

-Evet, diyorum.

Ben Hasan Togay!

Sen Ali Uygur’un mezarını çıkarıncaya kadar, sana bir şey olmasın diye, korumak için

gizlice peşinde olan kişiyim…

Hasan Togay örgüt içinde gözü kara, önemli, güvenilir bir devrimci kişilik.

Onunla birlikte Rahim Öngel Hoca(geçen yıl kaybettik)

12 Eylül Askeri darbeden önce gözaltına alınmış ve büyük işkenceler gördüklerini biliyorum.

Hasan'la aynı hücrede olmak içimi rahatlattı!

Hasan ve Rahim Hocayla, daha sonra askeri cezaevinde de aynı havayı teneffüs ettik.

Poliste işkence görmeden nice öten.

Cezaevi kapısından girerken, “Ben halkıma ihanet ettim.’, ‘Devrimciliği bıraktım.’

diyen üst düzey kadroları, evlerinde çayını içtiği halktan insanları ve

devrimci yoldaşlarını satanları biliyorum…

Hasan Togay, Rahim Öngel, Ali Çolak, Veli Uçan, Kenan Palamut, Arap Faruk(Mehmet Akar), Mazhar Uyan, İbrahim Akel, Tahir Tosunoğlu, Önder Kalaycı, Hasan Kamalak, Kemal Kanat(merhum), İsmet Karayağmurlu, Emgili kardeşler, İtfaiyeci Hıdır gibi cezaevinde aynı havayı soluduğum bir çok yiğit devrimcileri de.

Şimdi soracaksınız bu anını niye kaleme aldın diye?

Bu anımı, hem bir dönem yaşadıklarımıza ışık tutsun.

Hem de 12 Eylül’ün devşirmeleri, bülbüllerinin,

Bugün elbise giyerek, nasıl gerdan kırdıklarını,

bildiğimi, bilsinler istediğim için…


MUSTAFA GÖKTAŞ, HALKI KORONA DOLANDIRICILARINA KARŞI UYARDIÖnceki Haber

MUSTAFA GÖKTAŞ, HALKI KORONA DOLANDIRICI...

00Sonraki Haber

00

Başka haber bulunmuyor!