Toprak Deniz İnsan -I-
Günümüzün ekolojik krizleri karşısında çözüm arayışları sürerken, kadim kültürlerin sürdürülebilir yaşam pratiklerine olan ilgi her geçen gün arıyor. Türk kültürünün derinliklerine indiğimizde ise karşımıza, doğayla uyum içinde yaşamanın adeta bir yaşam felsefesine dönüştüğü zengin bir çevre etiği çıkıyor. Bu yazı, Türk düşünce sisteminin köklerinde yer alan ve günümüze ışık tutabilecek bu ekolojik bilgeliğin izlerini sürmeyi amaçlıyor.
Türk kültürüne dair yapılan bir tarama, destanlardan yazıtlara, mitlerden günlük yaşam pratiklerine uzanan oldukça berrak ve etkileyici bir çevre ahlakı olduğunu ortaya koymaktadır. Bu ahlakın temelinde, doğal çevrenin her bir unsurunun canlı bir ruha sahip olduğu inancı ve bu unsurların ‘kutlu’ sayılması yatar. Türkler, kendilerini bu kutlu varlıkların ve onların da hâkimi olan Tengri’nin koruduğuna inanmış; bu inanç doğrultusunda evreni ‘gök, yer ve su’ kategorilerine ayırmış ve onları kirletmeyi, dengesini bozmayı ve yok etmeyi kesin bir dille yasaklamışır (Kalyoncu ve Taş, 2022).
Bu düşünce yapısı, Türklerin doğayla kurduğu ilişkiyi şekillendirmiş ve onları doğanın bir hâkimi değil, onunla bir bütünün parçası haline getrmiştir. Ayaz’ın da vurguladığı gibi, “Türk, kendisini doğadan ayrı bir parça olarak görmemektedir. O doğayla bir bütündür” (Ayaz, 2016, s. 97). Bu bütünleşme, insandoğa-Tanrı arasında ayrılmayan bir zincir oluşturur. Bu zincirin devamı, yer altı ve yer üstündeki tüm unsurların memnuniyetine bağlıdır. Dolayısıyla eski Türklerin düşüncesinde, modern çağda sıklıkla rastladığımız doğaya hükmetme düşüncesinden ziyade, onunla var olma bilinci hâkimdir.
Bu derin çevre bilincinin en canlı örneklerini sözlü kültür ürünlerimizde, özellikle de Dede Korkut Hikâyeleri’nde bulmak mümkündür. Ekoeleştri, edebiyat eserlerindeki doğa unsurlarını ve çevreyle ilgili sembolleri analiz eden bir eleştri akımı olarak, bu hikâyelerdeki ekolojik farkındalığı okumamıza imkan tanır. Dede Korkut Hikâyeleri, içinde bulunduğu kültürel ortamın doğaya yaklaşımını yansıtan bir ayna gibidir. Sözlü kültürde üretilen bu anlamlar, çevreyle uyum içindeki geçmiş yaşam pratiklerini ve insan alışkanlıklarını sunarak, sürdürülebilir bir yaşam tarzının nasıl oluşturulacağına dair bilgileri nesilden nesle etkili bir şekilde aktarmıştır (Bütüner, 2021).
Bu aktarım, pratik bilgilerden ibaret değildi; aynı zamanda mitolojik bir bakış açısıyla destekleniyordu. (Roux, 1994)’ün de belirttiği gibi, Türklerin ve Moğolların eski dini, doğanın kutsallığı fikri üzerine inşa edilmişti. Bu kutsallık, “Yaş kesen baş keser” gibi halkın irfanını yansıtan atasözlerinde bile kendini gösterir. Bu söz, çevrenin ilahi bir emanet olarak görüldüğü bilincinin somut bir ifadesidir (Kalyoncu ve Taş, 2022).
Sonuç olarak, Türk mitolojisi ve kültürü, insanı doğanın merkezine koyan modern anlayışın aksine, onu koskoca bir ekosistemin saygıdeğer bir parçası olarak konumlandırır. Doğaya atfedilen kutsiyet, onunla kurulan bütünleşik ilişki ve bu bilgeliğin sözlü kültür aracılığıyla kuşaktan kuşağa aktarılması, köklerimizde yatan derin bir çevre bilincinin işaretleridir. Günümüzde doğayla olan bağımızı onarmak istiyorsak, bu kadim yeşil izleri takip etmek bize yeni ve sürdürülebilir bir yol haritası sunabilir.
•
Kaynakça
Ayaz, B. (2016). Geçmişten Bugüne Türklerde Çevre Bilinci Üzerine Bir Değerlendirme. M. Aça, & M. Aça (Dü.), Uluslararası Türk Dünyası Kültür Araştırmaları Sempozyumu Bildirileri içinde (s. 91-100). Trabzon: Kültür Bilimleri Akademisi Ltd. Şt. Bütüner, Ş. (2021, Kasım-Aralık). Çevre Bilinci Oluşturmada Türk Mitolojisinin Rolü: Dede Korkut Hikâyelerine Ekoeleştirel Bir Yaklaşım. Türk Dünyası Araştırmaları(255), s. 433-448.
Kalyoncu, H., & Taş, K. (2022). Türk Kültüründe Çevre Algısı ve İslam’ın Türk Toplumunun Çevre Anlayışına Etkileri. tabula rasa Felsefe ve Teoloji dergisi(39), s. 43-51. Roux, J. P. (1994). Türklerin ve Moğolların Eski Dini, , İşaret Yayınları, İstanbul1994, s. 110. (A.
Kazancıgil, Çev.) İstanbul: İşaret yayınlar.




















