Perihan ÇAKIROĞLU

Perihan ÇAKIROĞLU

Mail: perihancakiroglu@gmail.com

DÖVİZ MESELESİNİ BU İKTİDAR DA ÇÖZEMEDİ

Bahar, doğanın ve umutların yeşerdiği, canlandığı bir mevsimdir.

Nisan ayına girdik, 2021’in ilk çeyreğini sonlandırıyoruz.

Pandemiden dolayı, dünya ve onun bir parçası Türkiye, gitgide kırmızılaşıyor.

Gelin baharın keyfini çıkaralım diyemiyoruz. Çünkü tepemizde RİSK’ler sallanıyor.

Dengeler bozuluyor, ekonomiler yeniden yapılanıyor ancak kaynaklar azalıyor. Çevresel riskler artıyor. Gıda üretimi azalıyor.

Buna karşın toplumlar giderek daha çok geçim derdiyle boğuşmak zorunda kalıyor. İşsizlik, mücadele boyutlarını aşıyor.

Bana göre geçim ve işsizlik krizi bir numaralı mesele..

Yoksulluğu da bu mesele derinleştiriyor.

Dünya liderleri, bu meselenin tam odağında olmalılar.

Bu arada pandemiden kurtulmak adına aşı kavgaları sürerken koronavirüs de boş durmuyor. Sürekli mutasyona uğrayıp, yeni mutantlarla  aşılarla dalga geçiyor.

Hani, “Zor dostum zor” deriz ya, baharı yaşarken hayat gittikçe zorlaşıyor.

50 YIL ÖNCE 50 YIL SONRA

Geliyorum Türkiye’ye, geliyorum da izlediğim gelişmeler de umut vermiyor.

Sürekli U dönüşleri yaşıyoruz ve savruluyoruz.

Bir sabah kalkıyorum, “İstanbul Sözleşmesi”nden çekiliyoruz.

Merkez Bankası Başkanı yine değiştiriliyor.

Parti kapatmalar yine gündemde.

Bir başka sabah kalkıyorum, Montrö Sözleşmesi tartışılıyor.

Bir sabah bakıyorum, Gezi Parkı belediyeden alınıp, 500 – 600 yıllık Osmanlı’dan kalan adını bilmediğim bir vakfa devrediliyor.

Yine bir bakıyorum dolar ve altın durmadan yükseliyor.

Cumhurbaşkanı, “Yastık altından döviz ve altınlarınızı çıkarın” diyor.

Çünkü, taa Osmanlılardan devir aldığımız DÖVİZ AÇIĞI’nı Türkiye hala çözemedi.

Sürekli dejavular yaşarken, bir zoom toplantısında Prof. Dr. Cevdet Akçay, “Üretmeden büyümek söz konusu olamaz. Sürdürebilirlik önemli ” cümlesiyle ekonomik riskleri anlatıyor.

Yine yüksek faiz – düşük faiz tartışması.

Bir başka zoom toplantısında patronlar karşımda. 50 yaşına giren TÜSİAD’ın Genel Kurulu var.

Diyorum ki, iş insanları bir çözüm önerirse belki moralim düzelir.

Dalıyorum o toplantıya.

Önce TÜSİAD YİK Başkanı Tuncay Özilhan’ı dinliyorum.

O da ne? Özilhan, 50 yıl önceki Türkiye ile 50 yıl sonraki Türkiye’yi anlatıyor. Neden başaramadığımızın, kalkınamadığımızın bilançosunu çıkarıyor. Gelişmiş ülkelere göre gelişmişlik farkımızın değişmediğini, o yıllarda da bu yıllarda da 5 kat geri olduğumuzu hatırlatıyor.

Yine bir dejavu..

1970’li yıllar film şeridi olup önümde akıyor.

Üniversitedeyim, her gün bir olay, her gün bir katliam..

Eğitim hak getire.Üniversiteler sürekli kapalı.

Süklüm, büklüm evime dönüyorum. Kurduğum düşler soluyor.

Diplomamı alsam da mutluluk hayal..

1971 Muhtırası..

1960’tan sonraki ikinci darbe..

Ekonomi yine çökük. Yine kavgalar, yine adam öldürmeler. Yine kutuplaşmalar..

1970’ler böyle geçerken o dönemin iş insanları sürekli hükümetleri uyarıyor ama nafiler.

70 sentlere muhtaçlıklar. Grevler, lokavtlar, işsizlik devasa boyutta.

Kavgalar büyük. Süleyman Demirel ile Bülent Ecevit, toplum için mutabakat yapamıyor, yapmıyor.

Ve 1980 darbesi. Kenan Evren’li yıllar..

Her şeye elveda..

Turgut Özal’lı yıllar başlıyor.

Türkiye sözde dışarıya açılıyor, liberalleşiyor.

Sistem doğru kurulamadığı için o liberalleşme kaynak ve döviz üretemiyor. Markalaşma gerçekleşmiyor ki dünyaya ürün satıp zengin olalım.

Hayali ihracatlar, yolsuzluklar alıp başını gidiyor.

Süleyman Demirel – Turgut Özal kavgaları...

AB’ye girme hayalleri

Neyse, bugünlere gelelim artık.

AK Parti iktidarı, 19 yıldır başımızda..

Ne yazık ki, yine KAYNAK ve DÖVİZ sorunu bitmiyor.

50 yıllık kısır döngümüz “kader utansın” ama değişmiyor.

BAŞKANLIK SİSTEMİ DE YARAMADI

Belki ileride tarihler yazacak olsa da, bana torunlarım, “Tayyip Erdoğan döneminde neler gördün?” diye sorsa şöyle anlatabilirim;

“Büyük projeler gördüm, Marmaray, gökdelenler, AVM’ler, köprüler, duble yollar, tüneller, metro hatları, şehir hastaneleri yaptık. Kanal İstanbul yapıldı (tabi gerçekleşirse). Doğal gaz çıkardık. Külliyeler inşa ettik. Ancak yine de çok borçluyuz, o borçları da size bırakıyoruz. Markalar üretemedik, onu da size bıraktık. Döviz ve kaynak sıkıntımızı çözemedik. Ve her gün kavgalar edildi, barışa biat edemedik..”  

2025’li - 2030’lu yıllarda birer genç kız ve delikanlı olacak torunlarım bana nasıl cevap verir doğrusu bilemiyorum.

Eğer anne ve babaları gibi hukukçu olup da haktan, hukuktan, özgürlükten, ayırmacılık - kayırmacılıktan, işsizlikten, kavgadan şikayet ederlerse ve durmadan sorarlarsa ne derim bilemiyorum.

İnşallah o yıllarda Türkiye, Ay’a gider ve uzay yolculuğuna başlarsak durumu kurtarabilirim.

Gelgelelim döviz açığı meselesini onlara anlatamam.

50 yıllık tarihçemizi veren Tuncay Özilhan’a dönersek, 1970’li yıllardaki gibi iç ve dış mihrak sorununun, cari açık ve finansman sorununun devam ettiğini söyledi ve bakın neler dedi:

“Bugün ile 1970’ler arasında ciddi paralellikler var. Pandeminin yol açtığı ekonomik zorluklar zaten var olan yapısal zorlukların üzerine ekleniyor; yolun bir yanı istikrarsızlık, bir yanı ekonomik daralma, işsizlik ve geçim sıkıntısı, ülke olarak hepimiz bu arabanın içindeyiz. 

Kendi aramızda kavga ettikçe herkes kaybediyor, birleştirici olmak lazım. İstikrarı korumanın yolu keskin manevra yerine net, öngörülebilir ve tüm kesimlere güven veren bir yol haritası koymaktan geçiyor.”

İşin özeti; Türkiye, döviz açığını çözmek için bekleyemez.

İktidar, bu meseleyi hal yoluna koyamazsa, işsizlikten, iş bulursa da düşük maaştan yoksullaşan hane halkı, diğer iktidarlar gibi sizi de başından atar, bunu bilin..