Perihan ÇAKIROĞLU

Perihan ÇAKIROĞLU

Mail: perihancakiroglu@gmail.com

Gelecekten yiyerek tasarruf (!) yapamayız

Gelecekten yiyerek tasarruf (!) yapamayız

Pandemi, tarihin akışını hızla değiştiriyor.

Yaşarken yeterince farkında olmak zor olsa da Covid-19, tüm taşları yerinden oynatıyor.

Can kayıpları devam ederken ülke ekonomilerinde sürecin yıkıcı etkileri de artıyor. Hatta çok derinleşiyor.

Son 6 ayda tüm ülkelerin ekonomileri yüzde 20 ile yüzde 40 – 50 daralmaya gitti.

Yeni açıklanan verilere göre Türkiye ekonomisi de geçen yılın ilk çeyreğine göre yüzde 9.9, bu yılın ilk çeyreğine göre de yüzde 11 küçüldü. Peki, kişi başına milli gelir ne oldu? Daralmaya uyumlu olarak 11 yıl geriye gitti ve 8 bin 934 dolara düştü.

Devlet aşırı para ve borç pompalaması yapmak zorunda kalırken, moral vermek için ekonomi yönetimi de Türkiye’nin yılsonuna doğru diğer ülkelerden farklı biçimde ayrışacağını ve bu müthiş süreci çok olumlu atlatacağımızı vurguluyor.

Ben genellikle pozitif bir insanım. Ekonomi yönetimine inanmak istiyorum doğrusu. Onların ellerindeki “veri seti” nde neler var da böyle olumlu konuşuyorlar bilmek istiyorum.

ALTIN ANAHTAR TASARRUF

Bu yazıyı okuyanlara faydalı olabilmek için tasarruftan söz etmeye karar verdim.

Aylarca pandemiden korunmak için evlere kapandık, sadece sağlığımızı koruyup, beslenme ihtiyacımızı karşılamaya çabaladık. Kimi zaman buzdolapları doldu taştı, yediğimizi yedik, bayatladığı için yiyemediklerimizi çöpe attık. Neden kıtlıktan çıkmış gibi davrandık ki..?

Yoksullarımız karnını bile tam doyuramadan mecburi tasarrufa gitti.

Çünkü aş ve iş bu süreçte tehlikeye girdi. Neyse ki, devlet, belediyeler ve yardımseverlerimiz, yoksullarımızın olabildiğince yanında olmaya çalıştı.

Peki, pandemi başlamadan ne durumdaydık; Tasarrufu bırakın, ne istiyorsak onu yapıyorduk. Kamu sektörü de öyleydi.

Karınca ile Ağustos böceğinin hikâyesinde, siz hangisisiniz bilemiyorum ama Türk halkının yüzde 60 – 70’nin kredi kartı ile hayatını yürüttüğünü rakamlar söylüyor.

Bankalar arası Kart Merkezi(BKM)’nin bu yılın ilk yarısına ilişkin verilerinde Ocak-Haziran döneminde 500 milyar liralık kartlı ödeme gerçekleştirilmiş. Kartları en fazla elektronik eşya ve market – gıda sektörlerinde kullanmışız.

Haziran sonu verilerine göre 71.9 milyon adet kredi kartı, 172.9 milyon adet de banka kartı mevcut. Kartlarda yıllık büyüme yüzde 32’leri bulmuş.

Tabi ki kredi kartı kullanacak ancak ve ancak “babamızın kartı” gibi de davranmayacağız. 18 ay, 32 hatta 45 aylara kadar uzanan vadeler, bizim gelecekten yememizle eşdeğer.

Önceliklere göre kredi kartı kullanmak esastır. Aklına esti, “al kartı çık sokağa”, canın ne istediyse harca düşüncesi sonunda fakir – fukaralık ortaya çıkarır.

Hayatımda hem zengin ve varlıklı hem de tasarrufa dikkat eden çok nadide insanlar tanıdım. Babamdan başlarsam, öğrenciyken yeteceği kadar harçlık verirdi. Ne çok az, ne de çok fazla..

Her harçlık verişinde derdi ki, “10 liran olursa, bunun 2 lirasını mutlaka biriktir. Zor günlerinde sana ilaç gibi gelir.”

Küçükken anlamazdım, hatta kızardım. Büyüyünce farkettim ki, babam biz çocuklarına paramızı idare etmeyi öğretiyor.

Vehbi Koç modeli

Yıllarca iş dünyasıyla ilgili haberler yaptım. Rahmetli Vehbi Koç’un son dönemlerine tanık oldum. Koç, tasarrufa çok önem verirdi. İş âleminde onun bu “tasarruf tutkusu” oldukça ünlüydü. Hatta, cimrilikle tanımlanırdı.

Kendisini çok yakından tanıma fırsatı da bulduğumdan şunu söyleyebilirim; Kurtuluş Savaşı’ndan çıkmış bir ülke insanı  ve girişimci olarak büyümek için her liranın kıymetini iyi biliyordu. Onun için boşa harcanacak para, boşa harcanmış zaman ve enerji gibiydi.

İş modelini patronlar dünyasında yaygınlaştırırken, sosyal hayatta da Türk insanına ülke refahını artırmanın yolunun tasarruftan geçtiğini de verdiği mesajlarla iletiyordu. Bugünkü büyük holdinglerin kurucularının en önemli sırları, kapalı ekonomide çalıştıkları için öz kaynaklarını güçlendirmekti. Koç, Sabancı, Eczacıbaşı, Doğuş, Ülker, Enka ve niceleri böyle bugünlere geldiler.

EN BÜYÜK İSRAF ALANI KAMU

İsraf ve tasarruf birbirinin zıttı iki sözcük.

Türkiye İsrafı Önleme Vakfı Başkanı Prof. Dr. Aziz Akgül, Türkiye’de tasarrufa ve israfa kafayı takmış bir insan. Mesela, geçen yıl 642 milyar liralık israf yaptığımızı belirtiyor.

Başında bulunduğu vakfı 1998’de kurdu. Ona göre Türkiye’de ve dünyada en büyük israf alanı, hep kamu kesiminde.

Her gün kamudaki israfla ilgili haberlerin çıkması da sanırım bu yüzden. Lüks araç saltanatları, lüks kamu binaları, “değirmenin suyu nereden geliyor?” diye sormadan büyüklerin yaşadığı lüks hayatlar, debdebeli törenler, şatafatlı kutlamalar medyanın gündeminde.

Prof. Dr. Akgül’e, “Dünyada en iyi tasarruf sistemi hangi ülkelerde uygulanıyor?” diye soruduğumda birkaç ülkeyi örnek gösteriyor:

Yakın tarihimizde tasarruf alanında en büyük dönüşümler, İngiltere’de Margaret Thatcher, ABD’de Bill Clinton dönemlerinde yapıldı.  Thatcher döneminde başlayan tasarruf seferberliği Başbakan Tony Blair döneminde de sürdü.

Ayrıca Yeni Zelanda Başbakanı Helen Clark, 2004 ve 2005’lerde bu işi uygulama kararı aldı,  kamu ve ekonomik yönetim sistemini bir gecede yeniledi.

Peki, Türkiye neden tasarruf yapamıyor?

Kamu ve özel sektör olarak bakarsak, uzmanlar başta verimsizliği gösteriyor. Kamu için ilginç bir saptama da var. O da, bilinenin aksine, çok övündüğümüz “Bütçe Açığı”nın çok düşük olması.

Bu tespit şöyle anlatılıyor: “Normal bir ekonomide devletin toplam vergi gelirlerinin içinde tüketim harcamalarından aldığı verginin payı 1’e 3, direkt vergilerden aldığı verginin payı ise 2’ye 3 olmalıdır. Ama Türkiye’de durum tam tersidir. Harcamalardan alınan verginin payı yaklaşık 3’e 4, direkt vergilerden alınan verginin payı ise ancak 1’e 4’tür. Bizi krizlere sokan şey de tasarruf oranımızı aşağıya çeken de tam olarak budur.”

Bu yorumlar tartışmalı belki ama net bildiğimiz şey tasarrufa önem vermeden kalkınmanın hayal olacağıdır.